RUH’UN NEVİLERİ
Yaşam içinde bulunan canlıları, evvela iki grupta düşünüyoruz: I- Halkiyet Aleminin Canlıları 100 küsur adet (ELEMENT) maddelerin, basit veya mürekkeb (COMPOZEE) canlıları bu gruba girmektedir. Beden gözü ile görülen, dokunma ile varlıkları hissedilenlerdir.
Bunlarda kendi içlerinde dört bölüme ayrılırlar. II- HAKKİYET Aleminin canlıları Beden gözü ile görülemeyen, amma canlı ve hareket halinde bulunan latif varlıklardır.
I- Halkiyet aleminin tekamül derecelerine göre ayrılan bölümleri: 1- Cisimli varlıklar ve CEMADİ RUH Taş, toprak, su, hava, ateş tüm katı cisimler, güneş, ay, yıldızlar, tüm galaktik sistemler.
2- Bitkisel varlıklar ve NEBATİ RUH Otlar, sebzeler, meyvalar, tüm ağaçlar, yosunlar ve benzerleri 3- Hayvan cinsi varlıklar ve HAYVANİ RUH Her çeşit kara hayvanları kuşlar, balıklar, bakteriler mikrobik canlılar.
4- İnsanlar ve İNSANİ RUH Anılan alemlerdeki canlıların tümünde; yaşam - ölüm - varlığını devam ettirme - çoğalma - canlılık - hareket ve eylem - İşitme - konuşma - idare - akıl - şuur vardır...
Bu vasıflar ayni zamanda, Allah (cc)’ın, varlığını tesbit ve ispat eden, SÜBUTİ SIFATLARInın mazharı olan, RUHunda vasıflarıdır. O halde, dört grupta toplanan canlıların, sayılamıyacak kadar çok olan varlıklarıda RUH sahibidirler.
Daha evvel ruhun bilinen hakikatleri bölümünde tafsilat vardır. Ruh her canlıda vardır. Ancak, tecelli ve zuhurdaki derecesi aynısı değildir.
En edna, - az derecesi, “Cemadi Ruh” olarak isimlenen katı cisimlerin ruhudur, bunun bir derece tekamül edeni NEBATİ RUH’dur. Nebati ruhun bir üst derecesi Hayvanların ruhu ve en üstünü, etem ve ekmel zuhur yeri İnsani ruhdur.
Ruh, her bir canlıya, ilahi nizam dediğimiz, kainat düzenindeki, yaradılış gayelerinin muktezası olan fiilleri, yapabilecek vüs’at ve ehliyetde zuhur etmektedir. Mütecelli olmaktadır. Aslında RUH tekdir ve EBÜL ERVAH tesmiye olunan, Rasulü Mücteba (s.a.)’in ruhudur. Bütün, HALKİYET ve HAKKİYET aleminin canlılarına, anılan mertebeden şubelenerek taksim olunur. Her canlı istidad, vüs’at ve kabiliyetine göre, ruhani kuvveler’le müekked ve müeyyed olur.
Canlıların; hareketleri, eylemleri, yeme ve içmeleri, zevciyyet ve tenasülleri, görme, işitme, konuşmaları, idrak ve şuurları, velhasıl ilahi düzende, kendilerine verilen vazifeleri tümü ile yerine getirmeleri, Ruh ile, Ruhun kuvveleri iledir. Ervahın şubelere ayrılması, tek ve çok güçlü olması gerçeğini ihlal etmez.
Deniz, dünya vüs’atine ve ölçülerine göre çok güçlüdür; tebahhur ederek bulut haline gelir, yağmur halinde ve rüzgarında itme gücü ile, arz’ın değişik yerlerine su damlacıkları halinde yayılır. Her bir canlı, yağmur damlaları ile hayat bulur, kapasitesinin ihtiyaç duyduğu nisbette su ile memlü olur, tekrar buharlaşma ile, derecikler, çay ve nehirler halinde denize dökülürler. Tek olarak çıktığı denizden yine tekliğe döner. Ruhun tekliği ve teşaubuda, anlatılan su örneğine mümasildir. Bitkiler, hayvanlar ve insanlardaki yaşam, hareket ve canlılık, beden gözü ile görülebildiğinden, ölümleri halindede, anılan vasıflar ve yaşam son bulduğundan, ruhun varlığı kesin şekilde belli olur.
Belirlenir sözünü özenle kullandık, zira, görülen hayat ve dirilik vasıfları, ruhun kendisi - zatı değil, eserleridir. Eserler ise, eseri meydana getiren müessirin var olduğunu belirler. Kayalar, mermer, demir, bakır ve benzeri olan cisimler,
Sakin - hareketsiz durdukları için, yaşam ve dirilik gibi RUH’un vasıfları beden gözü ile, ilk bakışta görülmez.... anılan düşünme şekli, AKIL ve İDRAKİMİZİ zorlar...
Güya, bunların ruhları yokmu...? düşüncesini hatıra getirir. Binlerce sene belki daha uzun olduğu yerde sabit duran kayalar, ilim gözü ile, ayrıntıları - detayları ile tetkik edildiğinde onlarında canlı, hareket halinde oldukları, müşahade edilir. Halen içinde yaşamakta olduğumuz; fizik - astrolojik, teknolojik vesair (LOJİK) ekli bilgi şubelerinin tesbitlerine göre, tüm SABİTE’ler canlı ve hareket halindedirler ve cümlesi potansiyel Enerji yüklüdür. Tasavvuf ilminin açıklanmasına göre, ALLAH (cc)’ın var oluşunu kesin şekli ile belirleyen KUDRET sıfatının mazharıdırlar. Zamanımız’dan yaklaşık 15 Milyar yıl önce, üzerinde doğup büyüdüğümüz dünya yoktu.... Bu yokluktan birden bire, nasıl olduysa, KORKUNÇ BİR PATLAMA ile, ATOMALTI PARÇACIK’lar yaratıldı...anında atomlar ve maleküller şekillendi, madde oluşmaya başladı...... Çok sıcaklık değeri altında;ELEKTRON - PROTON - NÖTRON - NÖTRİNOLAR ve Faton’ların reaksiyona girerek; atomların, maddenin yaratılışı görüşü...- ilim çevrelerince benimsenmiştir. Taşkın Tuna-Sahife 14 Atom’un içine baktığımızda, daha çarpıcı bir örnekle karşılaşırız.Çekirdek etrafındaki yörüngelerde, elektron dediğimiz küçük parçacıklar dönüyorlardı. Taşkın Tuna Sahife 53 İlk bakışımızda hareketsiz gibi görünen SABİT CİSİMLERİN, ilmi gerçekler ve mikroskopla bakıldığında, REAKSİYON - DEĞİŞİM - DÖNME’lerle hareketli oldukları mükemmel ve en güzel şekilde yaratılmış olan insanın ilk nüvesini teşkil ettiği anlaşılmaktadır. İnsan Organizmasında ki; nizam - ölçü - tedbir - estetik ve ekmeliyet, onu meydana getiren İLK ASILdada var olduğunun kabülünü zorunlu kılar. Zikredilen vasıflar akıl ve şuur sahibi varlıkların nitelikleridir. O halde, atom altı maddeler, molekül ve hücrelerde şuur sahibidir. Akıl ve şuur, sıfatı sübutiye olarak isimlenen yedi sıfattan biridir ve yedi sıfatın cümleside, RUH DENEN VARLIĞI teşkil ederler. Zikredilen açıklamalar, katı cisimlerinde RUH sahibi olduklarını bildirir. Kur’an-ı Kerim’e göre tüm canlıların ruh sahibi oldukları Ayet-i Kerime’de buyurulur; 1- Haşr-24 “YÜSEBBİHU LEHU MA FİS SEMAVATİ VEL ARDİ, VE HÜVEL AZİZ - ÜL HAKİM” “Göklerde ve yerde olanlar, O’nu (ALLAHI) tesbih etmektedirler. O aziz ve hikmet sahibidir.” Her iki Ayet-i Kerime de ve eş anlamlı diğer ayati kuraniyede; yerde ve gökte olanların ve her şey’in Allah’u Teala’yı tesbih ettiği bildirilmektedir. Tesbih, Cenabı Hakkı, şanına layık ifadelerle yad etmekdir. Noksanlardan münezzeh ve türlü kemal sıfatiyle muttasıf olduğunu söylemektir. Yad etmek zikretmekdir, dil ile söylemekdir. Dil, fiil esas tercümandır. Mütercim kendisine söyleneni tekrar eder, kendiliğinden söylemesi mümkün değildir. O halde, Allah’u Teala’nın, şanı üluhiyetinin yüceliğini idrak ve fehmetmek, AKIL ve FİKRİN ehliyeti içindedir.Bineberin, yer ve gökte olan bütün avalimin fertleri cüz’leri, Allah (cc)’ın yüceliğini bilecek ŞUUR ve MEFKURE’ ye sahib oldukları hüküm ve kaziyesi doğrudur. Mükerreren belirttiğimiz gibi; AKIL - FİKİR - ŞUUR, RUH’un kuvvelerinden ve melekelerindendir. Taş, mermer ve benzeri tüm katı - camid cisimlerde, Ayeti kerimede bildirilen, YERDE ve GÖKLERDE OLANLARIN içinde olduklarından, zaruri olarak RUH sahibi olduklarının kabulü gerekir. Vucüd, vahidiyet mertebesinden sonra, suveri ilmiye hasebiyle, MERTEBEYİ ERVAHA tenezzül eder, bu mertebede suveri ilmiyeden her biri, birer cevheri basit olarak zahir olurlar...........Bunlar cisim değildirler. Bu mertebede, her bir ruh kendini ve kendi mislini ve kendi mebdei olan, HAK SÜBHANEHU hazretlerine müdrikdir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de: İsra-85 “KUL-İR RUHU MİN EMRİ RABBİ ..........” “De ki; ruh rabbimin emridir...........” hakikati de anlaşılmış olur. İbadetin FARZ olduğunun bilinmesi ve bilfiil yerine getirilmesi, ruhun kuvve ve melekeleri olan “HAYAT-İLİM-İRADE-KUDRET-SEMİ-BASAR-KELAM” ile mümkündür. Aksi düşünülemez. İNSANİ RUH - İNSAN-I KAMİL Bu konu, İnsan-ı Kâmil bölümünde ayrıntıları ile açıklanır. Ruh, genel yapısı ile BİR’dir. Merhum ve mağfurün leh, Ahmet Avni Bey (k. sirruhu)’in beyan ettiği gibi; zatı mutlakın üçüncü mertebede, tenezzül ve tecellisidir. Aynı gerçeğin başka bir ifadesi, Allah-u Teala’nın Zatı Ehadi mertebesinde, sıfat mertebesine dönüşerek zuhurudur. Dönüşüm ilk mertebeden tenezzüldür. Su, kaynatılınca BUHAR haline dönüşür; Adı, rengi-şekli ve tadı değişiktir. Suyun bir başka bir mertebeye dönüşmesidir. Sonra sis olur, bulut olur, yağmur, kar, dolu haline gelir, Ayni aslın değişik mertebelere dönüşmesidir. Ayni asıldan geldiğini bilmeyen, her birini ayrı cisimler zanneder. Beden gözü ayrı görsede, damak zevki ayrı tad bulsa, renkler değişikde olsa, ASIL BİRdir. Altı mertebedeki çok’luk, Ayni asıldan şubelenmektedir. Hak’kın vücud mertebeleride, suyun dönüşümlerine kıyaslanır. Ancak şurası unutulmamalıdırki, Hakk’ın varlığı her türlü, dönüşümden, benzerlik’den, mukayeseden, anlatımdan münezzehdir. MERTEBE, TECELLİ, TENEZZÜL mefhumlarını anlatmak içinde lüzumludur. C- HAYAT VE HAKİKATİ Genel Olarak Ruh’un hakikati bölümünde, hayatla ilgili yeterli bilgiler, konuların yek diğeriyle irtibatı nedeniyle anlatılmıştır.Yaşam - dirilik ve canlılık demek olan hayat, Ruh’un kuvvelerindendir ve diğer kuvveleride, latif olan yapısında toplamış külli bir sıfattır. Cüzleri ve fertleriyle tüm alemler, Allah’ı (c.c) zikr ve tesbih eder halinde olmalarıyla, canlıdırlar ve HAY’dırlar. İlgili bölümlerde, Ehadisi nebeviye, ayatı Kur’aniye ile ispatlanmış, maddenin yapısını içeren yaşadığımız zaman süreci içinde teknolojik bilgilerlede, teyit edilmiştir.Genel ve öz olarak hayatın hakikatı budur. Âlem ve çoğulu olan avalim kelimesi, sık ve kesretle kullanılmaktadır. Cihan-kainat-mahlukat manalarında isimdir. Tüm yaratıklara Âlem denilmesi, yaratıcısı olan, Zatı Ecelli Ala Hz.ni bilmeye delalet ettiği ve vesile olduğu içindir. Abdullah Yeğin Sah. 22, Y.Lügat Özel Olarak - İnsanın Bedensel Hayatı İnsan kainat ağacının meyvasıdır. Her ağacın, kökleri, bedeni, dalları, yaprakları, çiçekleri vardır. Hepsi koro halinde ve aldıkları emir ile MEYVA’yı ve TOHUMU olgunlaştırmak için çalışırlar. İtirazları yoktur. Kader yazgısı - çizgisinin belirlediği zaman süreci içinde, yaşamları son bulur. Zira her canlı DOĞAR, BÜYÜR, ÖLÜR. Hayvanlarda, anılan ilahi kader ve hükümü yerine getirirler. Ölüm bunlar için mutlak yokluk değildir...? Bitkisel ve hayvani hayatı - yaşam düzeni ortadan kalkar, böcekler, kurtlar, bakteriyel ve mikrobik canlılar olarak yeni bir hayat başlar. Camid - Katı cisimlerde, atomik yapı ve hayat devam eder. Bitkisel hayatın sonu, atomik hayatın devamıdır. İnsanın bedensel yaşamında atomik ruh ve yaşam - Hayvani Ruh ve yaşamla birlikte, İnsani Ruh ve yaşam olarak, dört mertebeli RUH ve yaşantı bir arada bulunmaktadır. Detayları ayrıntıları ile bilmek hem uzmanlık sahamızın dışındadır ve esasen gerekte yoktur. Genel ve külli yapılarını bilmek yeterlidir. İnsanın maddesel vücudu ile hayvanın bedensel yapısı arasındaki genel esaslar aynıdır. Mahiyet farkı yoktur. Derece farkı vardır. Örneğin; beyinsel faaliyet, gıdaların kan dolaşımı ile muhtelif organlara bölüştürülmesi, havanın oksijeni ile gıdaların yakılması ve sıcaklık temini, metabolizmanın çalışması ile ilgili tüm faaliyetler, esasda benzerlik arzederler. Ancak insanda, daha mütekamil, vasi kavi ve yüksek seviyelidir. D - ÖLÜMÜN HAKİKATİ MEVT - ÖLÜM KASİDESİ Elâ ya eyyühel insan niçin korkuyorsun ölümden sen Ölümden korkan kişi yedi şeyi bilmeli 1- Biri nefsin bilmedi beden cinsinden sandı Bedeni çün ölünce nefisde ölür sandı 2- İkincisi Cehildir bilmedi hem aslını Nefis bir cevher durur ariz olmaz mevt ana 3- Üçüncü hem korkusu nefsinin işkencesi Azap eder amali na meşru işlemesi 4- Dördüncü hem korkusu dünyada kaldı malı Na meşru kazandığı yılan ateşdir bilmeli 5- Beşinci hem korkusu illiyinmi ya siccinmi İmanı kâmil ise oldu illiyin makamı İmanı nakıs ise oldu siccin makarrı 6- Altıncı hem korkusu dünyayı hem baki sandı Cümle alem fanidir kalır hem Rabbısı 7- Yedincide yok korku, öldü, ölmeden öldü Sıdkı korkma ölümden ölüm hakkın nimeti Lâkin bunda ölmeli orada dirilmeli Nebilerle birleşsin sıddıklarla halleşsin Şehitlerle nurlansın salihlerle zevk alsın Rahman, Rahman, Rahmani kurtar zulmetinden nefsi Göster doğru yolu uçsun beka milkini Kasidemiz, ölümün hakikatini, tasavvufi görüşle, kemal derecede ifade etmektedir. Ölüm korkusu, korkuların en büyüğüdür. Mevt ile ilgili yedi şey bilinirse, korku zail olur ve nimete dönüşür. Kasidemizdeki sırayı takip ederek açıklanacaktır. 1- Nefsini bilmedi...? 2- Aslını bilmedi...? Nefsin hakikati ve aslı-menşe-i hakkında, ilgili bölümlerinde, tafsilatlı açıklamalar vardır. Kısa ve hulasa olarak tekrar edelim.Nefsin gerçeği ve ilk kaynağı, beden cinsinden maddesel yapıdan değildir. Allah (c.c)’nun kıdem ve beka sıfatlarınıda ihtiva eden, Zati sıfatlarının NUR’undan yaratılmış, insan doğmadan, belki milyarlarca yıllık zaman süreci öncesi yaratılmış, devirden devire giderek içinde yaşamakta olduğumuz dünya mertebesine inerek insanda karar kılmıştır. -(İnna Lillahi ve İnna İleyhi Raciun 2/156)- Ayeti kerimesi; Allah’ın varlığından geldik, yine onun varlığına gidiyoruz; meali şerifiyle, anılan gerçeği bildirmektedir. İnsanın bu iki konuyu bilmemesi yada yanlış bilmiş olması, ÖLÜMDEN KORKMASINA SEBEP OLMAKTADIR. 3- Ölüm korkusunu meydana getiren üçüncü sebep kuranı Kerimin hükümlerini bilmemesi ve yaşantısında uygulamaması nedeni ile, Kur’an’ın getirdiği nizama düzene aykırı olarak işlediği amelleridir. Bizzat isteyerek işlediği ve hatta onu düşman bilerek yaptığı amelleri, yaşantıları, azap olarak karşısına çıkar. Otomobili imal eden fabrika, çalışma düzeni’nide kitap halinde belirlemiştir. Yapılması gereken müsbet hareketler ve yapılmaması gerekenler bildirilmiştir. En azından, işleme-çalışma talimatını okumasa bile, bilen ve bildiğini uygulayan, uzmanlaşmış kişiden öğrenmesi gerekir. Aksi halde, arabadan istifade edeyim derken onu bozar yıkar ve helak eder. Kainat düzenini imal eden, şeri-fıkhi ifadesiyle yaratan Allah’u Teala da düzenin işlemesini Kur’anın hükümleriyle belirtmiştir. Hükümleri yerine... getirmeyenler, uygulamamak veya yanlış uygulama nedeniyle yaptıkları amellerinin sonucu olan sıkıntıyı, hoşnutsuzluğu, azabı hak etmiş olur. 4- Dördüncü korkusu MALI-PARASI-MASASI-KASASI hepsini dünyaya bırakır. Yakınları, komşu ve tanıdıkları mezara kadar gider üç beş kürek toprak atarlar ve avdet ederler. Ameli kendisiyle beraber gider. Helali bilmemiş, haramdan kazanmış ise, haram kazançlar YILAN ve ATEŞ şekline dönüşür, azabın başka bir görünümüdür. 5- Beşinci korkusu, gideceği makamı İLLİYİNMİ...? SİCCİNMİ...? olduğunu bilmemesidir. Ayet-i Kerime’de: Mutafifin/18-19-20-21 “KELLA İNNE KİTABEL EBRARİ LEFİ İLLİYİN, VEMA EDRAKE MA İLLİYYUN, MERKUMÜN YEŞHEDÜHÜL MUKARREBUNE...” “ANDOLSUN iyilerin kitabı illiyyun nedir bilirmisin...? İçinde ameller kaydedilmiş bir kitaptır. O kitabı Allaha yakın olanlar görür. İYİLER KESİN CENNETTEDİR.” Kâmil iman sahipleriyle, imanı olmayan ve amentünün esaslarını bilmeyenler yada noksan bilenlerin vasıfları, kainat düzeninin talimatı olan Kur’an-ı Kerîmde kesin çizgilerle bildirilmektedir. 6- Altıncı korkusu DÜNYA’yı baki sandı. Bu yanlış bilgisi dünya yaşamında, tüm çalışanların bedensel ihtiyaçlarını temin etmek için en değerli varlığı olan ömür sermayesini israf etmesine sebep olur. “KÜLLÜ ŞEY’İN HELİKÜR, İLLA VECHEH...” ayetinin hükmü gereğince, her şey fena bulur, helâk olur, ancak Allah’u Zülcela’lin varlığı baki kalır. 7- Yedinci mertebe, ölüm korkusunun kalktığı ve ölümün insan için NİMET olduğu makamdır. Yukarıda 6 çeşit yanlış anlamaların, zail olması, kişiyi; -“MUTU KABLE ENTE MUTU”- Hadis-i Şerifi’nin belirttiği, en güzel hal ile hallenmesine sebep olur. Peygamberimiz (s.a.v)’in ölmeden evvel ölünüz emri, hayvani ruhun etki ve idaresiyle hayatiyetini sürdüren, bedensel varlığımızı ortadan kaldırmak değildir. Belki zaruri ölüm diye isimlendirilen, maddesel yapımızın, hayvani ruhun tasarrufunda olan yaşamını yitirdikten sonra, evvela kabirdeki hayatın ve badehu, ahiretin diğer, menzillerindeki (kabir yeniden diriliş - mahşer- hesap - nizam - sırat - cennet - cehennem) yaşantımızın hakikatini İLMEL YAKİN - AYNEL YAKİN ve HAKKAL YAKİN arif olmak ve müşahede etmektir. Ariflerden bir zat (kuddise sirruhu) buyurmuşlardır. “MUTU KABLE ENTE MUTU SIRRINA MAZHAR OLAN GÖRDÜ ONLAR HAŞRU NEŞRİ NEFHAYI SUR OLMADAN” Şemsettin Sivasi 1965 yılı Ramazan ayında, İstanbul Süleymaniye Camiinde Teravih namazı kılınıyordu, 8 veya 9. cu rekâtda, Evliyaullahtan bir Zat cezbe halinde idi anılan halin ne sebeple vaki olduğunu sorduğumda Resulullah (s.a.v) Efendimiz, o anda Ashabı ile birlikte İstanbul semasından geçtiler dediklerini hatırlıyorum. Ertesi gün aynı zatla Edirnekapı surları yanında Topkapı yönüne gidiyorduk, ok işaretiyle gösterilmiş, ELEKÇİ BABA yazısını okuduk, kabir üzerine avuç içi kadar ufak bir çok elek konulmuş olduğunu gördük. Hizmet Eden yaşlı bir hanıma, bu elekler neyi ifade ediyor dedim...? Bu zata Elekçi aba derler, evliyadandır. Yaşadığı devirde, ziyaretçilerine sizi eledim, eleğin altında kaldınız veya üstünde kaldınız der imiş, bu nedenle Elekçi Baba ismi verdiği rivayet ediliyor cevabını verdi, arkadaşım eliyle kabri işaret etti, Kur’an okuduk... duadan sonra; kadının dedikleri doğru... bizide eledi dedi. Keşfi kubur - kabir hallerinin görülmesi, Keşfi Kulub - Muhatabın kalbindeki, esrar ve havatırın keşfi; gayemiz HAK yolu saliklerine, öğretici mahiyette bilgiler sunmak, ölümün yokluk olmadığını, Ahiret hayatı menzillerinin ilki hakkında müşahedeye - keşfe dayalı bilgiler ile ehline ve erbabına eğitici olmaktır. Keşfin sahibi, 1956 yılında, İzmir’de vefat edan MEHMET AYHAN adlı Hacı Bekir Efendi ihvanından bir zatdır.( Rahmetullah aleyh.) Sene 1964, Hacı Mehmet Ruhi (Hz) üstadımızla, Konyaya Mevlana ziyaretlerine gidiyoruz. Otobüsümüz, Karaman ilçesinde durdu, Sultanımız, yola yakın bir yerde cami vardır. Cami içinde, Mevlana Hz.’nin valideleri mefdundur, ziyaret edelim demesi ile caminin sol arka köşesinde, kabrin olduğu yerdeyiz. Dua bittikten sonra, Efendi fakire hitaben; Valide hanım zuhur etti, elini göğsünün üzerine koyarak üzerimize süt fışkırtmaya başladı; size Mevlanayı beslediğim sütten ikram ediyorum... dediklerini nakletti. Seyehatin sonunda, Konya Mevlana türbesindeyiz, duadan sonra yolun üzerinde Horasan erleri yazılı dört kabrin yanındayım, başımı kabirlerin üstlerine kaldırıyorum, üzeri camlı bir çerçeve içerisinde, arap harfleriyle yazılmış, içiçe dönüşmüş daireler dikkatimi çekiyor, okumaya çalışıyorum. ALEMİ - NASUT ŞEHADET Alemi ceberut, melekut vesair yazılar var hangi tasavvufi gerçekleri dile getiriyor...? Anlamıyorum... Kağıt kalem çıkardım okuyabildiklerimi yazdım bazı ayeti Kur’aniyede yazılı bulunuyor. Hakikatını bilmemenin tahassürü ve bir şeyler öğrenebilme gayreti içinde ayrılıyorum, manevi sarhoşluk içindeyim. Efendi ile buluşup, bir kahvehanede ikindi çayı içiyoruz. Yazılı kağıdımı okuyup, kendilerinden soruyor ve dinliyorum. Ertesi gün sabah namazında türbe yakınındaki Selimiye Camiindeyiz, uzun süre kalıyoruz. Müteakiben aynı kıraathanede sabah çayı içiyoruz. Efendi anlatıyor; -Namazdan sonra rabıta halindeydim, Mevlana hazretleri zuhur ettiler. Yazdığın ve sorduğun şeyleri açıkladılar, diyerek naklettiler...Bende kendilerine, Mevlevi sikkesi başlığın uzun olmasındaki hikmeti sordum- dediler. 700 sene evvel vefat eden Mevlana Hz.’nin Şeyhimiz efendi ile bu konuşmanın vuku bulduğu tarihte ikiside hayatta imiş gibi görüşmeleri, ölüm gerçeğinin sadece bedensel yaşamı terketmek olduğunu göstermekte, insani ruhi ile yaşamakta olduğu, vefat anındaki şuuru AKIL ve TÜM kişiliğinin devam etmekte bulunduğu gerçeğinide aynel yakin bildirmektedir. Ten fanidir, can ölmez gidenler geri gelmez Ölür ise ten ölür canlar ölesi değil Yunus Emre KABİR HAYATININ HAKİKATLERİ Ruh’un ölüm anında ve kabir hayatında ve uyku halindeki hallerinin nefsi natıka ile olan ilgileri hakkında kesin bilgiler elde etme imkanımız bulunmamaktadır. Allah-u Teala lihikmetin, Ruh’la ilgili, az bilgiler ita buyurmuşlardır. Bununla beraber, külliyen yokta değildir. Ayet-i Kerime’de buyruldu : En’am-6/60 “VE HÜVELLEZİ YETEVEFFAKÜM BİL LEYLİ VE YALEMÜ MA CERAHTÜM BİN NEHAR, SÜMME YEBASÜKÜM FİHİ LİYÜKDA ECELÜN MÜSEMMEN. SÜMME İLEYHİ MERCİİKÜM SÜMME YÜNEBBİÜKÜM BİMA KÜNTÜM TAĞLEMUN” “Geceleyin sizi öldüren (uyutan) gündüz ne işlediğinizi bilen, sonra eceliniz tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O’dur. Sonra dönüşünüz yine O’nadır. Sonra O, size yaptıklarınızı haber verecektir” Üçüncü özelliği, ölüm gerçeğini bildirmesidir. Yaşayan insan yaşadığı sürece her gün uyku ile ölmekte ve uyanıncada dirilmektedir. Rüyada, insan uyku halinde ve beden rölantide çalışmaktadır. Ruhun uyku halinde bedeni terkettiği kabul edildiğine göre, şuur halindeki görüntülerden etkilenmemesinin sebebi nedir...? Allah-u alem, uyanıklıkda olduğu gibi, rüya halindede ruh gene kendi cesedine dönmekte, görüntülerden etkilenmekde, sözleri işitmekte, konuşmakta, görmektedir. Rüyadaki dikkat çekici başka bir husus daha görme, işitme ve konuşma, bedensel yapımızdaki göz, kulak ve dil ile olmamaktadır. Bunlar, ruhun kuvvelerindendir. Görme ve diğer hasselerin aletsiz, görüp işitmeleri, ruh vasıtasiyle, Allah’ın yaratmasiyle vaki olduğunun delilidir. İmamı Suyuti (r.a) Konuyla ilgili açıklamasında; “Dinimizde sabit olan bu haberlerle, şu husus kesinlik kazanmıştır; ruhun alâyı iliyyinde veya cennette veya semada bulunmasına rağmen, bedeniyle de irtibatta, olup idrak etmeye iştimeye, namaz kılmaya, okumaya devam etmesi arasında bir zıtlık yoktur. Biri diğerine mani değildir. Berzah ve ahiretle ilgili umur dünyada alışmış olduklarımızdan tamamen ayrıdır. Öylesine ayrıki, şöyle deniliyor: Ruhda öyle bir hareket kabiliyeti öyle bir intikal sür’ati var ki, kabirden semaya çıkışına kadar muhtaç olduğu müddet, göz açıp kapama anı gibi zamanın en küçük birimidir. Bu durumu uykuda olan ruh müşahede eder. Nitekim hadislerde buyuruldu. Uyuyan kimsenin ruhu yükselir. Yedi kat semayı deler, arşın önünde Allaha secde eder, sonra cesedine geri döner ve bu seyahati çok kısa zamanda gerçekleştirir.” Hadis Ansiklopedisi - Cilt. 14 Sahife.154 Dr. İbrahim Canan Konuyla ilgili Hadis nakleden İbnü Hacer : “Allah(cc).......İsrafil’e Suru (Boruyu) almasını emir buyurdu..........Sonra bütün ruhlar Sur’da toplanır. Sonra Allah (c.c) cesedlere üfler ve her bir ruh cesedine girer.” Bu hadis’e göre......burada üflemenin boynuz olan Sura izafesi Hakikat’dır. cesetlerden Sur’a izafesi mecaz’dır. İbnü Hacer Hadis Ansiklopedisi Cilt. 14 Sah. 158 RUHUL BEYAN tefsiri Cilt. 5 Sahife 44’de: “Ölümün bir benzeri olan uyku’nun yerini, uyanıklığın - alması gibi.........” denilmişdir. ACB - ÜZ ZENEB - NEFSİ NATIKA Hakkında Acb-üz zeneb, kuyruk sokumunda bulunan ve içinde, İnsanın NÜVESİNİ - TOHUMU taşıdığı kabul edilen ve Hadis-i Şerif’le belirtilen en küçük kemikdir. Bunun hakikatinin ilmi, Allah-u Teala’nın indindedir. Ayet-i Kerime buyuruldu: Enbiya-30 “Evelem yerallezine keferu, Ennessemavati vel Arda Kanete Ratkan Fefetaknahüma.” “O küfredenler, göklerle yerin bitişik halde iken, BİZİM onları birbirinden yarıp ayırdığımızı görmedilermi...?” Ayet-i Kerime’nin Diyanet Vakfı, KUR’ANI KERİM meal açıklamasında sahife 323’de şöyle buyurulmaktadır. “.....Uzaydaki cisimler, vaktiyle bir gaz kütlesi halinde idi. Zamanla, bu gaz kütlesinden küreler halinde parçalar kopmuş ve uzay boşluğuna fırlamıştır. Aynı şekilde dünyamızda, bir gaz kütlesi olan güneşten kopmuş ve zaman içinde soğuyarak kabuk bağlamıştır...?” Kur’anı hakikat, müspet ilmin 1400 küsür sene sonra görebilmesiyle’de ancak keşfedilebilmişdir. Kur’anın tasavvufi tefsiri demek olan Velilerin-Ariflerin beyanlarındada aynı hakikat asırlarca evvel dile getirilmişdir. Nitekim Nizazi-i Mısri (r.a) bir beyitinde : BULUT OLUP GÖĞE AĞDIM, MATAR OLUP YERE YAĞDIM GÜNEŞ OLUP GEHİ DOĞDUM, ZEMİNÜ ASÜMAN İÇRE Müellif insan olarak kendi aslının geçirdiği devirleri ve mertebeleri dile getirmekte dünyaya gelmeden evvelki, nur olan nefsinin geçtiği yerleri işaret ederek, GÜNEŞe de uğradığını açıklıkla belirtmektedir. Güneşe uğramak, uzun zaman sürecinde büyük sıcaklık içinde kaldığının delilidir. Aslımız ve tabir caiz ise ilk tohumumuz; hakikatini ve hayatiyetini ateş içinde kaybetmemiş, muhafaza etmiştir. Esasen nar, nuru yakmaz, daha doğrusu yakamaz. Nar dünya yüzeyindeki canlıları yakar ruh-a hayvanı öldürür, kimyasal değişime uğratır. Sureyi Tekvir (1/6) - VE İZEL BİHARU SÜCCİRAT- - Yani kıyametin vukuunda, DENİZLERİN KAYNATILACAĞI haber verilmektedir. Kıyameti kübra tüm canlıların maddesel hayatiyetini ifna eder. İnsanın hakikatı olan nefs, gerek dünyaya gelmeden evvel ve gerekse, dünyaya geldikten sonra, yukarıda şer’i delillerle belirttiği gibi, ateş içinde kalmışdır. Bu ateşteki mürur ve bekleyiş, onun NUR olan aslını etkilememiş, ifna etmemiş, öldürmemişdir. RUH içinde aynı haller geçerlidir. Konumuz, kabirde kıyametten sonra, İsrafil (a.s)’ın 2.inci suru üflemesiyle birlikte tekrar dirilişin’in ACB-ÜZ ZENEB denilen ve kabirde çürümediği kabul edilen TOHUMUMUZ ile ilgilidir. Eğer bu tohum maddesel yapılı olsa, hava ve rutubet ve ateş içinde kalması nedeniyle, kimyasal değişimlere uğrar, tefessüd eder ve hayatiyetini kaybeder. Ohalde onun yapısı maddi vasıfların ötesindedir. Ruh, ölümle kabirde bulunmadığına ve İSRAFİL (a.s) Borusu tesmiye olunan bir makamda olduğundan ve kabirde NEFSİ NATIKA mevcut olmakla, ACB - ÜZ ZENEB, Mecaz olarak nefsi natıkayı ifade ettiği düşünülebilir. Zira, dünya şartlarının tefessüdünden etkilenmemektedir. Belkide yeniden dirilme fiziksel ve kimyasal reaksiyonların vaki olmadığı (DNA) molekülünden teşekkül edecektir. Sayın Taşkın Tuna (DNA) ile ilgili açıklamalarında : Canlıların en küçük temel parçası hücredir. Hücre merkezinde çekirdek, çekirdekte, kromozomlar bulunur. Kromozom içinde, Protein ve (DNA) molekül gurubu vardır. Ana ve Baba’dan gelen irsiyetle ilgili tüm bilgilerin (DNA) içinde saklı olduğunu biliyoruz. Sahife: 122-123 uzay ve ötesi Bir hücre kendini yenileme, tamir etme ve canlılığını koruma gibi, hayatın vazgeçilmez üç temel fonksiyonu ile tarif edilir. Aynı eser Sh. 120 Allah’u Â’lem- Allah’u Teala her şeye kadirdir. Demek yeterli iken, ayrıntılara girmemiz, insanın tecessüs sahibi olmasından doğmaktadır. Eğer ki tecessüs, hakkın SAN’AT ve KEMALATINI idrak içinse memduh’dur ve bu yönü ile, şer’i edebe aykırı değildir. Kur’anı Kerim’de: Tarık/9-10 “YEVME TÜBLES SERAİRÜ, FEMALEHÜ MİN KUVVETİN VELA NASIR” “Sırların ortaya döküldüğü günde insan için ne bir kuvvet nede yardımcı vardır.” Tasavvuf erbabı bu ayeti kerimenin tefsirinde, bütün sırların açığa çıkmasını, ölen kişinin, diriliş anında cesedinin içeride ve iç batın alemininde dışa açılacağını, yaşadığı andaki manevi yapısına ve seviyesine göre, bir surete dönüşerek, mahşer yerine sevk edileceğini kabul etmektedirler. -(Kişi yaşadığı gibi ölür ve öldüğü gibi haşrolur)- Hadisi Şerifi, kişinin - ölünün yaşam ve kabir ve diriliş halindeki seviyesinin yani manevi yapısının aynı olduğunu bildirmektedir. “İnsanlar on kısım üzere haşrolunurlar, kimi maymun suretinde kimi yılan suretinde .....” hadisi nebevisinde, dirildikten sonraki seviyenin, yani manevi yapısının-mana’sının bir surete ve o suretin yeni bir bedene dönüşeceği gerçeğini dile getirmektedir. NEFSİ EMMARE seviyesinde olanlar, onun gerektirdiği vahşi hayvanlar suretine dönüşeceklerdir. Kasidede belirtildiği gibi; -Yevmi tübla’dır o gün, her mana bir suret giyer KİMİ NEBAT VE KİMİ HAYVAN KİMİSİ İNSAN OLA.” Niyazi, Mısri-Mısri Divani şerhi M. Sadettin Bilginer Sh. 47 “Yevme tüblesserair, yani mahşerde, herkesin ameli birer suret giyer. O kimsenin amelleri hayır ise, huri, gılman, ağaçlar, meyvalar, kuşlar vs. şeklinde. O kimsenin amelleri şer ise, maymun, yılan, akrep, domuz, köpek veya buna benzer suretler giyip dururlar ve bunlar tartılırlar. Sırlar aşikar olduğu, yani için dışa döndüğü o gün, artık her ne surete bürünüp kaldıysa, o suretten kurtulmaya insan için ne bir kuvvet, nede bir yardımcı yoktur.” Seyid M. Nur Aynı eser. Seyyid Nizamoğlu divanında, KASİDE DER TAKBİHİ AHLAKI ZEMAİM, Bahsinde şöyle buyurmaktadır; Öldükde kabrinden, kaldıra başını can Göreki mahşer olmuş, hayretde cümle insan Ne sıfat bunda, mevsuf isen bil anda Ol şekliyle can bilinir, eyle bu nutku iz’an Sakın harama sunma, hınzır olur derunun Hased ayi değildir, şeklin olur solucan Ölürsen ikiyüzlü, maymuna tebdil oldun Var ise böyle fi’lin, var tevhid eyle her an Dünyaya meyli terk et, billahi kelp olursun Karınca ol isardır ya kara tozlan Sokan diliyle halkı, yılan ciyan olurmuş Yiyip içip yatanlar, donbay olur ya tavşan Bir mürşidi kamile, teslimu can-ü dil et Seyid Nizamoğlu, olmak istersen insan Seyyid nizamoğlu-HAYATI-DİVANI Yayınlıyan: ADİL ALİ ATALAY Sh. 227 Dış görünümde insan suretinde olunsa bile, iç alemindeki manevi yapısında, hayvanların yaşantısında mevcut halleri, sıfatları üzerinden atamamış ve dünya yaşamına hayvanların gidişatını üzerinde taşıyarak vefat eden kişi, tekrar dirildiğinde, hangi hayvanın sıfatında bulundu ise o sıfatın sahibi olan hayvanın şekline dönüşen bir suretde dirilir ve içi, şuuru insan olduğu halde, mahşer yerine sevk edilir. Zina eden ve haram yiyenler domuz suretinde, ikiyüzlü olanlar maymun suretinde, dil-lisan afeti olanlar yılan şeklinde, haset edenler solucan suretine girerek, hesap verme yerine gidileceği Nizam oğlu (r.a) beyan etmekte ve bu hal’den, manevi hastalıklardan kurtulmanın tek yolu, bir mürşide teslim olmak gerektiğini bildirmektedir. Bu konu mürşid ve seyri sülük bahsinde inşallah tafsil olunur. Hazreti Pir Hasan Hüsamettin Uşşaki (k.s) zamanında cereyan eden bir hadise, konumuza ışık tutmaktadır. Rivayete göre: Kasımpaşa Uşşaki dergahına, ehli sünnet itikadına aykırı gidişatta bir misafir gelmiş, ihvanın inançlarını bozacak şekilde tavır hareketlerde bulunmaya başlamış, durum, pir hazretlerine aktarılmış. Kendisine bir kaç defa sözle nasihat edilmişse de, ifsadatına devam ettiğinden, piri muhteremin Celal tecellisiyle, merkeb şekline dönüşmüşdür. İÇİ İNSAN, DIŞI HAYVAN haline inkılap eden müfsid kişiyi, pazara satışa götürmüşler, saray görevlileri tarafından sarayda istihdamı için götürülmüşdür. Zamanın padişahı III. Murat Han’ın kızı merkebi pek sevdiğinden, eğer ve süslü takımlarla tezyin edilmiş ve önüne yem ile su da konulmuşdur. Lakin, yiyip içmediği ve konuşulanları dinler bir halde olduğu görülmüş...........Nihayet saraydan kaçarak dergaha dönen MERKEB, ağlayarak affını istiyor, tevbe ve istiğfar etmesiyle ve Hz. Pirin himmetiyle insan haline dönüşüyor.... Eğer ve eşyaları saraya iade ediliyor. Anılan hal Pir efendimizden sudur eden KERAMETdir. Evliyanın kerameti Ehli sünnet indinde HAK’dır. Allah’u Teala her şeye kadirdir. Piri muhteremin duası bereketiyle Allah’uTeala’nın yaratmasiyle zuhura gelmişdir. Kainat ve içindekilere ibretle bakıldığında, benzeri hadiseler devamlı oluşmaktadır. İncir meyvasının olgunlaşması için, erkek incir denilen başka bir incir ağacının meyvasından, yüzlerce küçük sinek çıkar, bunlar tozlaşmayı temin ederler. Bu bir mucizedir...... Bitki içinden hayvan çıkması kudreti ilahiyenin eseridir. Keza, bir çok tohumlar zamanında kullanılmazsa içinden kurt dediğimiz canlılar çıkarlar. Göz, ayak,sindirim sistemi, çoğalma sistemi her şeyiyle mükemmel yaratıklar. Gerçi insanoğlu, tohum olarak bozulması nedeniyle kerih görsede bitki seviyesindeki yaratıkdan, bitkiye göre bir derece daha tekamül etmiş hayvan cinsi yaratılmaktadır....İbretle bakanlar için Allah’ın varlığına ve Yüceliğine delildir. Meşrutiyet devri ulemasından Şehbenderzade Ahmet Hilmi beyin dediği gibi: HAYAT, CAHİLLER İÇİN YEMEKLE ŞEHVET İBRETLE BAKAN ARİFLER İÇİN SEYRİ BEDAYİ Hadis-i Şerif’de buyuruldu: “TEFEKKÜRÜ SAATİN, HAYRUN MİN İBADETİ SEB’İNE SENETEN” “ALLAHIN YÜCELİĞİ HAKKINDA-BİR SAATLİK TEFEKKÜR YETMİŞ SENELİK İBADET’DEN HAYIRLIDIR.” Ayet-i Kerime’de buyuruldu: “FE’TEBİRU ÜL-ÜL EBSAR” “Basireti olanlar. İbret alın!” Konu ile ilgili bir başka olayda şöyledir: 1959 ılı Muharrem ayı içerisinde bir günde, toplu halde Ehli Kemal olduğunu zannettiğimiz veya çevrede öyle bilinen bir kabri ziyarete gidiyoruz. Dua ve niyazlardan sonra bir insanın geçebileceği genişlikte olan patika yoldan dönüyoruz. Yolun üstüne ve bizlerin üzerine, süratli gelen bir köstebek çıkıyor, geliş ve duruşu ile, sanki, topluluğumuzla ilgileniyor görünümü var. En yaşlımız bastonu ile yolun geniş yerinden iteliyor. İlişmedik, yolumuza devam ettik. Üç beş aylık süreden sonraki bir günde, sultanımız-üstadımız Bekir Sıdkı Visali (Hz.) ile birlikte, otobüsle seyahat ediyoruz. Kalbimi, düşüncemi hep KÖSTEBEK olayı meşgul ediyor. Kendi karıhamla, anılan olayın iç yüzünü-hikmetini çözemiyorum. Çünkü tüm hayvanlar gibi köstebekte insandan kaçar, gözü olmasa bile, sair duyuları ile, yabancıyı ve düşmanını fark eder... Niçin kaçmadı ve akşama yakın zaman sürecinde, güya şuurlu imiş gibi karşımıza çıktı...?Her şeyi haktan bilen ve baktığı her şeyde, hakkın bi hasebil esma varlığını müşahade eden için, köstebek olayı çok şeyler ifade ediyordu.......? Buraya yazdığım bir şekilde Visali Hz. ne olayı olduğu gibi anlatıyorum, kalben soruyorum......? “ZİYARET ETTİĞİNİZ KİŞİ, HAYVANİYET MERTEBESİNDEN KURTULMAMIŞ..................” buyurdular. Olayı görenler, râkımül hurufdan gayrısı rahmetli oldular Olay’ın vukuu ile anlatımı arasında 39 yıl geçmiş...... onlar beden gözü ile gördüler....Ancak, batın-gayb aleminin telsizlerini çalıştıran, kalb gözüde çalışan zatı ekmel, olayın, künhüne, mahiyetine, hikmetine vakıf olmuştu. Toplu halde, manevi müşküllerimizin hal’li için yardım istemeye gitmiştik......Belkide, kabirde olan kişi, bulunduğu halden kurtulmak için bizden yardım istiyordu. Aklı, şuuru ve bütün insani kuvvetleri, iç aleminde mevcut olduğu halde....... Şekil ve suret itibariyle, hayvan haline gelmenin, ne büyük sıkıntı olduğunu bilmek bile ürperti veriyor......... Konuyu, önemi nedeniyle, ayrıntılariyle anlatmaya çalıştık. Unutmayalımki; insan doğuşu itibariyle ve bir hikmet tahtında KÖTÜ AHLAKI taşıyarak doğmuşdur. Maddesel ve ruhsal yapısının henüz kemale gelmediği SABAVET ÇOCUKLUK devresinde belli olmayan FUHUŞ - GADAB - ÖFKE - YAŞAMIN TÜMÜNÜ DÜNYA GEÇİMİ MALLARIN TEMİN EDİLME ÇABASINA TAHSİS ETME DEMEK OLAN, HIRS VE TAMA, ÖMÜR SERMAYESİNİ BOŞA HARCAYIP, AHİRETE, TÜMÜ İLE BOŞ GİTMEYİ TEMİN EDEN TULU EMEL, KENDİNDE VARLIK TEVEHHÜM ETME DEMEK OLAN, KİBİR VE ENANİYET - HAKK’IN İLAHİ DÜZENİNDE KUSUR ARAMAYI YEĞLEYEN HASED ve daha gerisi olan, KÖTÜ AHLAK, bedensel yapının 15 yaşındaki seviyesine gelmesiyle ve akli melekelerinde olgunlaşması ile su yüzüne çıkar. İslamın emri eksiksiz uygulanmazsa, alınan kötü ahlak insanı esir alır ve ölümüne kadar yaşamını idare eder......İnsana yazıklar olur. Belge İşlemleri Yazdır Bu Bir Tahir Ağa Kültür Vakfı Hizmetidir ©2008 |